Elime bir dergi geçti…
SESİN adını koymuşlar bu dergiye. Kendilerine pay çıkarmadan, “SESİM” demeden.
Öyle çok lüks kâğıtlara parlatılan ve basılan bir dergi değil. Mütevazi, herkesin rahatlıkla eline alabileceği, karıştırabileceği bir dergi.
Tasarımıyla dikkat çeken derginin, içeriği, yazarları, anlatımları da çok zengin ve kaliteli. Hem de tam Mersinimize yakışır bir kalitede.
Türkiye’nin aydınlık yüzlerinin kaleme aldığı şiir, yazı, deneme, anlatılar çok hoş. Doya doya okuması geliyor insanın.
Sayfaları taradıkça içinden cevher çıkıyor sanki. Kimler yok ki; Zülfü Livaneli, Fikret Bila, İsmail Saymaz, Nebil Özgentürk, Saygın Ünel, Rutkay Aziz, Ateş İlyas Başsoy, Ahmet Yeşil, Ataol Behramoğlu, Şükrü Erbaş, Zafer Köse, Ayşe Kulin, Mithat Delioğlu, Erdal Güney, Ahmet Erhan, Cüneyt Söz… Sanatın, edebiyatın, şiirin, betimlemenin Mersin kent belleğinde hayat bulması gibi.
Fikret Bila yılların deneyimli gazetecisi. Geçmişle geleceği yorumlarken yerel yönetimlerin toplumsal gelişmeyle ve kalkınmayla olan ilişkisini anlatıyor. İktidar olmanın koşulunu yerel yönetimlerin başarısında somutlaştırıyor. “Mersin Büyükşehir Belediyesi gibi belediyeler, “Üretebildiklerini, dağıtabildiklerini, yönetebildiklerini, becerebildiklerini” kanıtlamışlardır. CHP’nin iktidara yürüyüşünün başlangıç noktası yerel yönetimlerin başarısıdır.” diyerek belediyelerin önemine vurgu yapıyor.
İsmail Saymaz ise; Mersin’in en önemli özelliğini yorumluyor. Farklı kültürlerin bir arada nasıl birlikte yaşadığını anlatmaya çalışıyor. Saymaz, “Milliyetçinin de, Sosyalistin de, Dindarın da birlikte yaşadığı, aynı zamanda yaşam tarzının bir cezalandırma aracına dönüştürülmediği bir kent Mersin. Tüm bunlar düşünüldüğünde, Mersin tüm Türkiye’ye rol model olabilecek bir kent” diyor. Ne kadar da yakışıyor bu kente bu sözler. Bir olmak, anlamak, evrensel kimlikle ön plana çıkmak. Önce insan olabilmek, sonra şu bu…
Dolu dolu sayfalar. Oku okuyabildiğin kadar. Sanat, edebiyat, kent, tarih ve söyleşi…
Nebil Özgentürk Leyla Gencer’imizi anlatıyor. “Gencecikti, sesi ve müzik bilgisi dillere destandı, yetenekliydi, çok iyi eğitim görmüştü. Ama kendi ülkesi ona yetmiyor, okyanuslara açılmak istiyordu. Her fani gibi hırslıydı da. Ve adını dünya opera tarihine yazdırmaya kararlıydı. Yazdıracaktı da… Operanın kraliçelerindendi Leyla Gencer.” diye anlatıyor La Diva Turka’yı.
Şükrü Erbaş renk katıyor, değer katıyor dergiye. “…gücünüzü zekâ sanıyorsunuz, şiddetinizi ahlak, cehaletinizi büyüklük. Ruhun çöküntüsü deselerdi hiç düşünmeden, hüzün yitimi derdim. Şarkı söylemiyorsunuz artık. Sesiniz titremiyor artık. Sevmenin ne hayali ne de hatırası kaldı. Dünyayı bir cezaya çevirdiniz. Ne serçeler uyandırıyor sizi ne puhu kuşları örtüyor üstünüzü. Sözleriniz insansız, ağaçsız, rüzgârsız…” diye devam ediyor Şükrü Erbaş. Yürekleri ısıtırcasına, kısılan sesleri yükseltip, beyinlere ışık verircesine okşuyor, uyarıyor bencil duygularımızı.
Adeta sıkıldığında el uzatılacak bir dergi tadında olmuş SESİN…
Ataol Behramoğlu özgürlüğe kanat açıyor adeta. “ Modern insan haklarının bilincinde olduğu kadar, bu hakları koruyup savunmayı, gerektiğinde onlar için savaşım vermeyi bilen insandır.” diyor Ataol Behramoğlu. Daha ne desin!
Saygın Günel ise tarihi dokuları okşuyor, konuşuyor, anlatıyor. Batılılaşma hareketiyle birlikte Mersin mimarisindeki değişime ışık tutuyor. Taşların, ahşap pervazlarla dansını, gülümseyişini hatırlatıyor. “Sessizliği referans alıp da dinlesek, duyabilir miyiz geçmişten gelen sesleri” diye soruyor umursamaz benliklere, taşların dökülmesine göz yuman başlara…
Değerli dostum, sanat kulübü arkadaşım, abim Bülent Akbaş’ın Mersin resimleri, yakın tarihle buluşturuyor SESİN’i… Sanatın, edebiyatın hüzün kokan, sevgi soluyan SESİN sayfalarında film şeridi gibi baktıkça, geçmişle gelecek arasındaki fark kaygılandırıyor, hüzünlendiriyor insanı.
Zülfü Livaneli…
Akıl, mantık, müzik, edebiyat, sanat, siyaset ve kişilik üzerinde inşa ettiği değerlerin toplamıdır Zülfü Livaneli. Yerelden evrensele ruh zenginliğini yaşatan ve aktaran bir sevdadır Livaneli.
“Mersin sevdiğim bir şehir. Çukurova’nın bir parçası. Bütün dünya Yaşar Kemal’den, Orhan Kemal’den Çukurova’yı öğrendi. İşte bu ancak sanatın gücüyle olabilecek bir şey. Başkan Vahap Seçer’ in de sanata ve sanatçıya desteğini önemsiyorum” diyor Zülfü Livaneli.
Sanat olunca, aydınlanma olunca içi kıpırdıyor Livaneli’nin.
Düşüneceğiz! Değişeceğiz! Kararlılığını vurguluyor Ayşe Kulin. “Birbirimizi yemeyi, birbirimizi suçlamayı, birbirimizle savaşmayı bırakıp, birlik olacağız. Önce hepimizi tehdit eden virüsü yenmeyi başaracak sonra bir daha gafil avlanmamak için, el birliği ile sistemi değiştireceğiz” diyor. Yapılan hatalardan, kirlilikten, kentlerin yağmalanmasından, ormanların yok edilmesinden bahsediyor ve herkese sesleniyor. Doğamızı kirletmeyelim, koruyalım mesajını SESİN aracılığıyla veriyor.
Rutkay Aziz, geleceği yorumlarken “Ya otoriter yönetimler kazanacak ya da İnsanlık” diyerek net konuşuyor. Geçmişe dönen Rutkay Aziz, “Bizi o dönemlerde motive eden şey toplumcu gerçekçi sanat anlayışına sahip oluşumuzdu. Toplumun sorunlarına duyarlı olmakla birlikte, bunu sloganvari biçimde seyirciye ulaştıran bir anlayışımız vardı ve halktan da oldukça ilgi görüyordu. O zamanlarda ciddi baskılarla karşı karşıyaydık. Sıkıyönetim dönemlerini gördük. Bizlere gelir, ‘oyunları görelim’ derlerdi. Biz de verirdik listeyi. Ona göre izin verirlerdi. Bunları yaşadık ama tabi hiçbir zaman da üretmekten geri durmadık.” diyor SESİN’e verdiği demeçte. İnsanı insana anlatma sanatıyla, halkın sesi olmaya ne kadar gayret gösterdiklerini elbette tüm toplum biliyor.
Bugün yaşananlara baktığımızda, dünya tarihinin bir dönüm noktasında olduğu bir gerçek. Ya savaş severler teknolojiyi kötü amaçlarla kullanıp dünyayı daha da yaşanmaz hale getirecekler. Ya da insansı kimliğini ön plana çıkaran çevreci bakış açısı, teknolojiyi insanlığın hizmetine sunarak yaşamı daha da kolaylaştıracak. Ya insanca var olacağız. Ya da kirletilmiş bir dünyanın birer figüranı olarak bir o tarafa bir bu tarafa savrularak örseleneceğiz.
Ateş İlyas Başsoy, SESİN öznesi konumunda. Reklam ve tanıtım dünyası, kendine has yolculuğunda adeta bir arena. Ya varsın ya da hiç. Duruşunla, ürettiklerinle, siyasi öngörü ve analitik düşünmeyle var olursun bu alanda. 33 yıllık bir saha deneyimi ve ufuk genişliği sayesinde elde edilen başarı. Hiçbir şey tesadüfi değildir.
Ateş İlyas Başsoy, Mersin Büyükşehir Belediye Başkanı ile bir söyleşi yapıyor. Sanata, sanatçıya, kentsel tasarıma, sosyal dokuya, yoksula el atan bir belediye başkanı ile söyleşi insana keyif verir tabi.
Söyleşi uzun bir belgesel niteliğinde. İş var, aş var, kadın emeği, eşitlik, israfı önleme, hizmete odaklanma, sanatçı, sanat, estetik, tasarım…
Asıl sorun insanca bakabilmek. Ateş İlyas Başsoy soruyor; “Torpil, adam kayırma konusunda çok sert önlemler aldığınız söyleniyor…”. Başkan Vahap Seçer yanıtlıyor, “Geçenlerde bir köylü teyzemin şöyle bir yorumuna şahit oldum ‘Evim yanmıştı, ağıllarım yanmıştı hiç umudum yoktu, yine de belediyeye derdimi anlattım. Benim kimim kimsem yok. Bana mı verecekler, gider torpilli birine verirler diye düşündüm ama hemen döndüler hayvan verdiler, sorunumu çözdüler’ diyordu. O köylü teyzemin torpili, bu ülkenin vatandaşı olması. Bu ülkenin tüm vatandaşları torpilli. Partiymiş, kökenmiş, mezhepmiş bizde öyle bir ayırım yok. Bu güzel kente Şırnak’tan göç eden Kürt Hasan da, bu güzel kentte ömrünü Toros’ta geçirmiş Hanife Ana da eşit benim gözümde. 2 milyona dayanan nüfusumuzun tamamı torpilli. Çünkü hepsi Mersinli.” diyor. Başkan Seçer’in sevgi kavramının derinliğini, yüceliğini kentin her alanına taşımak için çabalaması bu olsa gerek.
Ahmet Yeşil bu kentin sanatsal değeri ve onurudur.
“Sanatın gücünün ve toplumsal işlevinin sonucu olarak, darbecilerin ve totaliter rejimlerin sanatçılarla arası hiçbir zaman iyi olmamıştır” diyor Ahmet Yeşil. “Bu sebeple ilk darbeyi yiyenler, susturulmak istenenler daima soran, sorgulayan bireyler, sanatçılar olmuştur.” vurgusunu yapıyor. Ürettikleriyle, sanatsal dokunuşlarıyla yaşamı yorumluyor.
SESİN dergisi, kentin damarlarındaki tıkanıklığı açan bir ilaç gibi katılıyor Mersin’in yaşamına. Cüneyt Söz, SESİN’le Mersin mutfağının tadını anlatıyor ve sunuyor bize. SESİN Sabahattin Ali’yi konuk ediyor, ‘Dağlar’ şiirini akıtıyor yüreğimize. Mithat Delioğlu Osman Şahin’i, Erdal Güney Anamurlu şairimiz Abdulkadir Bulut’u güncelliyor belleğimizde. Ahmet Erhan ise, kentine olan tutkusuna kanat açıyor. “Kentim, gökyüzüne doğru kıvrılarak yükseliyor geniş ve renkli bir uçurtma gibi.”
SESİN dergisi; Mersin’in sanatsal, yazın ve sosyal yaşamında önemli bir yer tutacağı görülüyor.
SESİN dergisi; Mersin’in sanatsal, toplumsal, kentsel, çevresel değerlerini saygın yazarlarla, edebiyatçılarla buluşturma görevini yaparak bir fark yaratmıştır.
Mersin senin SESİN’le hep güzel olsun…