Mersin, coğrafya, iklim, ulaşım, yeraltı ve yerüstü zenginlikleri ile Anadolu’nun en eski medeniyetlerine ev sahipliği yapmış kadim bölgededir.
Günümüzde baktığımızda ise bu kadar üstün avantajlarına rağmen, ne turizmde, ne tarımda, ne de sanayide istenilen yerde olamamıştır. Sanayi ve tarım konusunu sonraki bir yazıma bırakarak, bu gün özellikle toprağın altında can çekişen, limon bahçeleri ve çalılıklar arasından umutsuzca baş kaldırmaya çalışan tarih ve kültürel değerlerimizden bahsetmek istiyorum.
Özellikle Viranşehir Pompei Polis Harabeleri ve antik limanı konusunda farkındalık yaratan Arkeolog, Ramazan TOKEL kardeşimden etkilendiğimi de itiraf etmek zorundayım.
En doğusunda, Tarsus’tan başlayarak en batıda yer alan Anamur’a kadar hangi taşı kaldırsanız, hangi toprağı eşelerseniz karşınıza engin bir tarih mirası çıkıyor.
Klikya denilen bu bölgede, Asurlular, Hititler, Babiller, Lidyalılar, Romalılar, Bizanslılar, Urartular ve Persler’in izlerine rastlıyoruz. Burada belli başlı antik kentlerin ve Türk-İslam medeniyetlerine ait kalıntı ve harabeleri sadece isim olarak bile bu satırlara sığdıramadığım için yazamadım.
Peki; Bu denli yoğun bir tarihi mirasa sahip olan şehrimiz neden turizm açısından istenilen ve olması gereken yerde değildir. Neden bu kadar yoğun tarihi yapı ve kültürel miras korunamamaktadır? Bu konuda yeterli olmasa da bizim bilmediğimiz, geç kalınmış olsa da projeler var mıdır? Eğer yeterli çalışma ve proje yoksa acilen bu konuda çalışma başlatılmalıdır.
Atatürk’ün MERSİN’liler Mersin’e sahip çıkın sözünü yeniden yorumlamalıyız belki de. Mersin’i taşıyla, toprağıyla, havasıyla, tarihiyle, kültürüyle, tarımıyla, turizmiyle topyekin korumanın ve geliştirmenin vakti çoktan gelmiş hatta geçmiştir bile.
Tüm MERSİN sevdalılarına selam olsun.