Türkü dinlemek için internette şöyle bir gezineyim derken, karşıma enteresan bir kişilik çıktı. Petra NACHTMANOVA. Sade kıyafetleri, temiz gülümseyişi, mütevazi duruşuyla, büyülü bir dünyaya çekmeye başladı. Ha dedim bizim çok bakımlı! kızlardan, her şeyi abartı gösteriş içinde yaşamaya çalışan gençlerimizden sonra bana çok sade ve berrak göründü. Ve bu hafta yazımı sadelik üzerine yazacaktım ki! Koskoca bir hayatın kapısını araladığımı fark edip size, Petra NACHTMANOVA nın hayatından küçük kesitler aktarmaya karar verdim.
Avusturya’da Polonyalı bir anne ile Çek bir babanın kızı olarak dünya gelmiş Petra. Berlin de tanışıyor ilk bağlama ve ilk Türkü ile. O da habersiz aslında bir Türkü ve bağlamanın onu dünyanın uçsuz bucaksız güzelliklerine götüreceğinden.
Altı yıl önce büyüsüne kapıldığı sazın ve deyişlerin doğduğu topraklara yolculuğa hazırlandı. Bu gizemli sesi ve nefesi yerinde duymak istiyordu. Ve bundan sonrası, Asya ile Avrupa arasında geçen nefes kesici bir seyahat. Bazen trenle, bazen yaya, bazen at sırtında çetin ama doygun bir yolculuk.
Yolu Bosna Hersek, Arnavutluk ve Bulgaristan’a düştü. Oradan İstanbul, Sivas, Tunceli, Diyarbakır ve Erzurum’a uğradı. Her gittiği yerde sazın izini sürdü. Tanınmış saz ustalarıyla buluştu, yerel ve ünlü sanatçılarla karşılıklı saz çalıp deyişler okudu. Bununla da yetinmedi Kafkasya’nın karlı ve çetin dağlarına tırmandı. Orada saz çalıp yeni şarkılar öğrendi. Gürcistan’da, İran’da ve Horosan’da sazın melodisini dinledi. Gittiği her yerde, karşılaştığı herkese ‘Bana eve götürebileceğim bir şarkı çalın’ dedi. Onlar çaldı, Petra şarkıları eve getirdi.(ALINTI)
O ruhunu bu kadim kültürde yıkayıp temizlerken. Bizlere çok güzel bir yaşam örneği sundu. Güzelliğin renkli ışıklarda olmadığını, süste görüntüde olmadığını, sadeliğin, müziğin ve duru bir hayatın insanı nasıl güzelleştirdiğine şahit oldum.
Ruhunu zenginleştiren insanlardan olabilmek dileğiyle, iyi pazarlar.